17 Ocak 2011 Pazartesi

Serçeler

-Sigara var mı kanka?


Aslında ne kadar ahlaksız, ne kadar haybeci olduklarını ben de çok iyi biliyorum. Boyunsuz  sıfatlarıyla bir oraya bir buraya "pıt pıt" diye sekerlerken hep kafalarında aynı alavereler dalavereler. Yalnız da gezmezler hiç. 3-5-2 dalgasıyla savrulurlar meclise. Kimse de demez ki "ulan şekilsiz piçler, derdiniz ne?" diye, hiç kimse sormaya cesaret edemez. Serçelerin, özellikle de mutlu çiftlerin hayatında önemli bir yeri var. Senin onu varettiğin kadar bir yer bu. O yüzden, çoğu hayvan da eşyadır benim gözümde. Hatta bazı insanlar da..

Kendimi tekrar etmeyi seven bir adam olmadığım için, bunu bilen ikinci bir kişi olmayacak artık. Bu yazıyı okuyan azınlığı saymazsak; ki onları da ne kadar ikna edebilirim bu saatten sonra, o da meçhul. Eskiden olsa ederdim, hatta kendimi bile anlatırdım. Bunun keyfimi kaçıracağını bilsem de şikayet etmezdim. Ama şimdi istiyorum ki, dalgam hep saat gibi olsun. İnsan belirli bir yaşa eriştiğinde, arkasında bıraktığı herşeyin kocaman, sulu bir elmaya dönüşmesini bekliyor. "Hep dişliyim, hiç bitmesin, tadım da kaçmasın."

İnsan 30 olup da arkasından iteklenmeye başladı mı, düşündüklerinden daha fazla utanıyor. Hala her serçeyi, ağzında sigarayla hayal edip gülüyorum ben. Bunu düşünmemem gereken ne kadar yer varsa orda düşünüyorum ve sırıtıyorum. Acaba "payidar" sınıfına girer miyim böyle? E ebeninki tabi, bakarsın öyle..

14 Ocak 2011 Cuma

Takvim



Geliyodum ben aslında. N'olmuştu o gün kar mı yağmıştı? Bişey olmuştu. Takvime falan bakmıyorum ki. Bakmıyorum ya hiç, o yüzden. Sen olmasaydın, saate de bakmazdım ben,  saat alışkanlığım da var artık. Biri zamanımı çalmaya mı çalışıyor, 'tak' bakıyorum saate, suçüstü yapıyorum. Bazen "biri merak eder" diye yokluyorum , "çok mu geçe kaldım acaba?" diyorum, dövünüp duruyorum alice'in davşanı gibi.

Belki de acelem yok. Yavaş yavaş konuşuyorum, tane tane. Bir cümülü bitirdikten sonra durup dinleniyorum, diğerine geçmek için. Sanki kendimi bildim bileli anlatmak istediğim çok önemli bir konu var gibi;hep araya başka birşey giriyo, sıra gelmiyo. O yüzden çok yoruluyorum konuşurken, çok geriliyorum. Mesela onu yazmak istiyorum aslında buraya, ama yer yok, zaman yok.  Zamanla aramda böyle bir rakı sohbeti var hep. Çok şey vaadetip de sonu hiçbir yere varmayan.

Birini bitirip, bir diğerine başlamadan önce durup dinlenmek istiyorum. Uzatabilirim, fakat nereye kadar? Kaç ay geçmiş örneğin; neyi paylaşamamışız da bu kadar ay geçmiş üstünden. Bakmıyorum ya takvime, hiç bilmiyorum o yüzden..

29 Aralık 2010 Çarşamba

zaman zaman unforgiven, zaman zaman forgiven

ne güzel bir albümsün lan sen..

grup dışı bireysel kayıtları daha interaktif bi alanda toplıyayım da nabız yoklıyayım; dedim ve akabinde ne yapsam ne etsem derken böyle bir blogum olduğu aklıma geldi.. Fikret Kızılok'tan zaman zaman, üstüne ne kadar saçmalanabilecek bir eser olabilir ki? yaptım, oldu..

18 Kasım 2010 Perşembe

Haşmet ve İsimsiz Tosbaa

Bakma bana öyle


Bugün eski berberime rastladım sigara almaya çıktığımda.. Aramızda 12 senelik bir mazi var, dile kolay. O binbir özenle alınan ense kılları, bedavadan düzeltilen favoriler, içilen çaylar, belli bir ritme sadık kalınmadan; konudan konuya atlanarak yapılan aktüel ve külli sohbetler.. (Ki bu berberde Farami konuşulmuştur) , tüm bunları bir anda silip atıp arkama bakmadan, evin hemen dibine açılan berberle aldattım onu, uğramaz, çayını içmez, bir selam bile vermez oldum..

Bunu bildiği için çok güçlüydü zaten ibnenin evladı. Gözümün içine içine bakıyordu. Telefonu çıkarıp konuşuyo gibi yaptım biraz, gözlerimi kısarak ufuklara baktım çok önemli bir izin peşindeymişim de o anda berberlik müessesi gibi ufak-tefek işlere ayıracak vaktim yokmuş, saçları da evde kendim kesiyormuşum gibilerisinden..

Döndüm baktım gitmiş, derin bir oh çektim. İyiydin güzeldin ama, uzaktın eski berberim.. Unutsam da izin kalır ensemde.